31 Mart 2012 Cumartesi
VARAN-1
24 Mart 2012 Cumartesi
EN SON NE ZAMAN KAPUSKA YEMİŞTİK?
21 Mart 2012 Çarşamba
YENİ HEYECANLAR VAR
10 Mart 2012 Cumartesi
BABA EVİ ve KENDİ EVİMDEN KENDİ MANZARALARIM
Sabah işe yetişme telaşım, oğlanı okula geçirme sorumluluğu falan derken, 06.45 de ayakta oluyorum. Gece yatış en erken 01.00, sıklıkla 01.30, bazan da 02.30-03.00... Maksimum 6 saat uyku ile dolaşıyorum. Aslında 10-15 günde bir, mesela haftasonu, sabahları 2 saat fazla uyusam yeniden şarj olabiliyorum. Yine de bu her zaman olamayabiliyor. Haftasonu misafirim gelebiliyor; ben gezmeye gideceksem, gelince evi pis ve dağınık bulmayayım diye koştur koştur temizlik yapıyorum. Bunun için de erken kalkmak lazım değil mi? Uyu uyu nereye kadar?
DİPNOT: Ben bu yazıyı yazarken fark ettim, saat 01.00 olmuş bile. Daha dişler fırçalanacak, pijamalar giyilecek, yatılacak falan. Falan olmayan bir şey var, sabah 06.45'de saat dattiri duttiri çalacak...
8 Mart 2012 Perşembe
ŞAL
6 Mart 2012 Salı
MANTI AÇTIM
4 Mart 2012 Pazar
ŞÜKRANIM'DAN HATIRA
Düğün günü erkek tarafı, gelini evinden almaya şaaalı bir konvoyla gider. Kız tarafı da gelen bütün arabalara hediye verir. Eskiden bu hediye mendil falanken sonraları havlu olmaya başlamış. Hatta ben evlenirken de havlu adeti vardı. Ama o zamanlar arabalara dağıtılacak havlular basit ve ucuz şeylerdi. Oğlumun sünnetinde ise havluların kalitesi artmaya başlamış, süslü, işlemeli, nazar boncuğu ile özel süslenmiş havlular verilir olmuştu. Son 5-10 yıldır falan işin rengi iyice değişti, hediyeler, kız evinin kadınlarının hayal gücüyle orantılı olarak çeşitlenmeye başladı. İpek fularlar, iğne oyalı fularlar, şallar, ahşap kutular, incik boncuk takılar vb..
Biz konvoya katılamadık. Eşimin mesaisi uzun olduğundan biz düğünlerde bu türden etkinliklere gecikeceğimiz için hiç katılmaz, direkt salona gideriz. Dolayısıyla yemeği hiç beklemeyiz. Biz otururuz, hemen çorba servisi başlar. Sanki bizi bekliyorlarmış gibi. Ama teyzem bizim kırlenti saklamış, sağolsun. Düğünden sonra verdi. Hemen eve gelip tekli koltuklardan birinde kullandım.
3 Mart 2012 Cumartesi
EYLÜL
Yine de, iyi ki o bahsi geçen "vakti zamanında" yıllarımda okumamışım bu kitapları diye içimden geçirmiyor da değilim hani. Çünkü bazılarını okumak hakikaten zor. Zaman sıçraması olmuş resmen. Biz şimdi o kitapları yazan muhteremler gibi yaklaşamıyoruz olaylara:) Lise çağlarımda okumuş olsam, eskiden beri hiç bir yeteneğim olmayan matematiğe vururdum kendimi kesin:) Daha az azaplı olurdu muhtemelen.
Eylül de uzun zamandır okumayı istediğim bir romandı. Mehmet Rauf'un ve Türk Edebiyatının ilk psikolojik romanı. Okulda öyle gördük:) Romanın özüyle ilgili hiç bir eleştirim olamaz. Zaten psikolojik roman olduğundan insanların davranışları, sadakat duyguları, kişisel hassasiyetleri, ruhsal çöküntüleri falan yazarın kurgusudur, bize laf düşmez. Ağır ilerlemesi, aksiyon azlığı, yeryer monotonluğu da yine yazarın takdiridir, bana beğenip beğenmemek konusunda fikir beyanı bile düşmez. Zaten bir ilk. Türk Edebiyatında kendine altın yaldızlı bir yer edinmiş, bense daha yeni okuyorum.
Benim derdim şu ki; sanırım günümüz Türkçesiyle yazılmaya çalışılırken, romanın başına bir hal gelmiş. İlk başlara fark etmedim ama daha sonraları garip bir durum gördüm: "O ona onu verdi, o ona baktı, onu aldı, ona teşekkür etti" abartılı cümlemdeki gibi, işaret sıfatı ve işaret zamirleriyle dolu cümleler boğdu beni. Bunun dışında Suat'a kızdım. Süreyya'ya acıdım. Necip'e saydırdım. Hacer'den tiksindim. Kitabın adının Eylül olmasına gerek yoktu diye düşündüm.
Şimdilerde Orhan Kemal okuyorum. Ne adam Orhan Kemal ama. Su gibi duru bir dil, film izliyor gibi bir anlatım. Onu sevmemek imkansız gibi.
2 Mart 2012 Cuma
PETROL SANDIK, KANALİZASYON ÇIKTI
Eczanede her yer perişandı. Kokununsa tarifi imkansız...